Ankara Yazıları

6.11.12

Bir Zamanlar Ankara


Örnek Köy: Ah-i Mesud (*)

       Pınar Şenel




1923 yılında imzalanan Lozan Barış Konferansının nüfus mübadelesine ilişkin kararları gereğince yeni devletin sınırları dışında kalan Türklerin değişimi için 400 bin civarında göçmenin mübadele yoluyla Türkiye'ye gelmesi, 350 bininin devlet eliyle iskân edilmesi gerekiyordu. Mübadillere ev ve arazi verilmesi, üretici duruma getirilmeleri gibi belli başlı sorunların çözümü de mübadele kapsamı içindeydi.

1913'te Türkiye nüfusu 15,8 milyondu. 1923'te yaklaşık 12 milyona düşen bu sayı 1927'e kadar ancak 13,6 milyona erişebilmişti. Savaş kayıpları ve göçler nedeniyle azalan genel nüfusa oranla, iş gücündeki azalma çok daha fazlaydı. Türkiye'den göç eden iş gücü özellikle tarımsal alandan gitmişti. Çoğu tahıl yetiştiricisiydi. Onlardan sonra tütün yetiştiricileri gitmişti. Tütün ve kuru üzümün 1923'den 1929'a kadar dış satımın % 40'ını oluşturduğu düşünülürse bunların üretiminde uzmanlaşmış nüfusun göç etmesi, dış satımdaki gerilemeyi açıklar.

Tarımdaki bu iş gücü kaybının giderilmesi için Türkiye'ye gelecek göçmenlerin özellikle tarımsal üretimde artış sağlayacak yerlere yerleştirilmeleri öngörülüyordu. Rumeli, Kafkas, İran, Suriye ve Irak'tan Türkiye'ye göç eden 58.027 aileye (toplam 284 332 kişi); on yıl boyunca parasız olarak 40 962 ev, 6321 arsa ve 1 567 472 dönüm arazi verildi. 1923–1934 döneminde muhacir ve mübadillere yaklaşık 6.000.000 dekar, muhtaç çiftçilere de 730.000 dekar arazi dağıtıldı.

Gelenlerin iskânı "Mübadele, İmar ve İskân Kanunu" kapsamında komisyonlar aracılığıyla yapılıyordu. Göçmen akışının sürekli olması iskân konusunda köklü çözümler üretilmesini zorunlu kılmıştı. Örnek köyler, bu zorunluluğun ortaya çıkardığı çözümlerdendir.

Her ne kadar Numune Köy’lerin yapımı bir zorunluluktan doğmuş olma da Köy Kanunu'nda öngörülen "ideal köy" tipinin uygulanabilmesi için iyi bir fırsat sunuyordu. Örnek köyler projesinde gelen mübadillerin yerleştirilmesi kadar giden mübadillerden boşalan arazilerden yararlanma düşüncesi de etkiliydi. İdeal köylerin, çevresindeki diğer köyleri de kendisine benzeteceği; eski ve geri kalmış köy tipinin yerini, yeni ve gelişmiş köylerin alacağı öngörülüyordu.

Bu kapsamda başkent çevresinde de göçmenlere yönelik örnek ve modern bir yerleşim merkezi kurulmasına karar verildi. Ankara- Eskişehir hattında yer arandı. Ankara çevresinde uzun yıllar terk edilmiş geniş araziler vardı. Bu arazilerin Ankara'da oturan sahipleri, topraklarını işleyemeyecek haldeydiler. İncelemeler sonucunda, yapılacak çalışmaların takibi ve ulaşım kolaylığı göz önünde bulundurularak, örnek köyün Ahi Mes'ud çiftliği yakınında yaptırılmasına karar verildi. Başvekalet Muamelat Müdüriyeti burada örnek köy kurulması önerisini Bakanlar Kuruluna 16 Mayıs 1928 tarihinde 6639 no'lu kararnamesiyle sundu; Bakanlar Kurulu da aynı gün görüşerek öneriyi karar altına alındı.
Kamulaştırma sürecine zaman harcanmaksızın arazi, pazarlık usulüyle satın alındı ve çalışmalara hemen başlandı.


Örnek köyün örnek evleri
Köyün planına bakıldığında, modern bir yerleşim yeri tasarlandığı görülür. Doğu-batı ve kuzey-güney akslarında uzanan sokakların arasında bahçeli evler sıralanmaktadır. Paralel uzanan sokakları kuzey-güney doğrultusunda kesen ana caddeler aynı zamanda mahalleleri oluşturur. Kuruluş planında üç mahallede toplam 50 ev vardır. 5 kişilik ailelerin barınabileceği biçimde yapılan bu evler, odalar-mutfak-banyo dışında, bir kiler ve eve birleşik ahır ve samanlıktan oluşmaktaydı. Evlere bitişik tasarlanan samanlık ve ahırlar dar olan evleri genişletmek ve yangın tehlikesini bertaraf etmek için daha sonraki yıllarda evlerin uzağına alınmıştır.
Bahçelerin uzunluğu 40, genişliği 25 metredir ve her ev bir dekarlık sahanın içine kurulmaktadır. Ayrıca köyün dışında olmak üzere hane başına yaklaşık 150'şer dekarlık tarla ve bağ arazisi dağıtılarak mübadillerin tarımla uğraşmalarına imkân verilmiş, koyun besiciliği için ağıllar yaptırılmıştı. 
1 Haziran 1928’de Ahi Mes'ud'un nahiye olmasına karar verildi, ki bu gelişmesine katkı sağladı. Ahi Mes'ud'un kuruluşu, ülkenin o günkü ekonomik koşullarındaki kısıtlara rağmen 6 ay gibi kısa bir sürede tamamlandı. Evler senet karşılığında teslim edilmiş daha sonra bu senetler 1934 yılında tapuya çevrilmişti.

Ahi Mesud örnek köyüne yerleştirilenler, Bulgaristan'dan gelen mübadillerdi. Çoğunluğunu Rusçuk'tan gelenlerin oluşturduğu 50 haneye, 301 soydaş yerleştirildi. Bunlara
daha sonra kaçak yolla gelenler de eklendi.

Göçmenler başta hayal kırıklığına uğradılar. Geldikleri yerdeki doğa burada yoktu. Yeşillik yoktu. Onları çetin bir mücadele bekliyordu. Ancak ülkenin o yıllardaki idealizm ruhu onları da saracaktı.

Etkileşim

Göçmenler geldikleri yerden edindikleri alışkanlıklarını ve yaşama biçimlerini Ah-i Mesud’da da sürdürmeye çalıştılar. Muhacir arabası diye bilinen dört tekerli, çelik aksamlı at arabalarını yerli halka tanıttılar. Bu arabalar, her çeşit yolda kullanılabilen iki tekerli kağnılardan farklı olarak daha iyi yollara gereksinim duyuyordu. Kağnılarda daha çok sığır ya da manda gibi yük hayvanları kullanılırken bu arabalara yalnızca atlar koşulabiliyordu. Koşumluk yapımı zanaatı böyle ortaya çıktı.

Evi kireçle badana etmek de yerli halka mübadillerden sirayet etmişti. Göçmenler giyim kuşam ve yemekleriyle de aktarmalar yaptılar. Özellikle patates ekiminin yerli halk arasında yaygınlaşmasına etkileri oldu. Balık, zeytinyağı ve keçi etinden yemekleri; kırlarda bulunan hindibağ, gelincik, ezbergân, ebe gümeci gibi otlardan yemek yapmayı yerli halk onlardan öğrendi.

Yatı Mektebi
Göçmen çocukların eğitimlerini sağlamak amacıyla bir okul yapımına karar verildiğinde, bu okulun aynı zamanda çevrenin ihtiyaçlarına da cevap verebilecek nitelikte olması için yatılı olmasına karar verilmişti.  

Yatı Mektebi, 1928 yılında hazırlanan “Ahinesgut Numune Köy Projesi“ kapsamında gerçekleştirildi. 40 kız, 60 erkek öğrenci için yapılan binaya, 1930 yılında öğretmen lojmanı ve kız yatakhanesi eklendi.
Tasarımı Alman mimar Ernst Arnold Egli’ye ait yapı, öncelikle eğimli çatısıyla göze çarpar. Okulun yatakhaneleri, çatı arasına ustalıkla yerleştirilmişti. Bu bölümün çatı kaplamasında yer yer renksiz saydam Marsilya kiremidi kullanılarak odaların daha çok ışık alması sağlanmıştı.

Bir “İlk Örnek”ti aynı zamanda

Etimusgut’ta gerçekleştirilenler, Anadolu'nun diğer köylerine de yapılacaklara ilişkin verilmiş sözler olarak kabul ediliyordu. Bütün yönleriyle Anadolu'nun diğer köylerine örneklik edecekti. Cumhuriyet hükümeti örnek nahiyenin her bakımdan örnek olması için gereken her şeyi yapma iradesindeydi. İlk olarak, 1929'lu yılların kısıtlı ekonomik koşullarına rağmen nahiyenin elektrikle aydınlatılması için girişimde bulunuldu. O tarihlerde Ankara'nın elektrik işleri özel bir şirkete devredilmişti. Telgaz adındaki bu şirket jeneratörle aydınlatma yapıyor ve bunun için kömürden yararlanıyordu. Kömür, Osmanlı Devletinin borçlarını ödeyebilmek için kurulan Düyun-u Umumiye'nin elinden kurtarılmış şeylerden biri olarak, yeni devlet için önemli bir enerji kaynağı haline gelmişti. Dolayısıyla Ankara'nın ve Ankara üzerinden Etimesgut nahiyesinin elektrikle aydınlatılmasının temelinde, kendi kaynaklarımızın değerinin farkında oluş düşüncesi de yatar.

Yapımı 1930’da tamamlanan inşaatlardan biri de devlet hastanesiydi. Yalnızca nahiyeye değil çevre köylere de hizmet verecek olan numune devlet hastanesi özellikle sıtmayla mücadelede büyük başarı elde etti.


Etimesgut adı nereden geliyor?

Örnek köyün adı, yakınında kurulduğu Ah-i Mesud çiftliğinden geliyordu. İsim, 2 Ağustos 1930 tarihinde "Etimesut" olarak değiştirildi. Daha sonra Atatürk'ün 29 Kasım 1937’de Numune Sıhhat Merkezini ziyareti sırasında hatıra defterine yazdığı biçimden hareketle, tarihinde adı "Etimesgut" olarak tekrar değiştirildi (24 Aralık 1937).
Örnek nahiyeyi anlatan yazarlardan Selahattin Kandemir, Türkiye seyahatnamesi-Ankara vilayeti adlı eserinde 1932 öncesindeki Etimesgut'u şu şekilde tanıtır:

"Ankara'ya ilk defa gelen bir yolcu için, Eskişehir'den sonra demiryolunun geçtiği çıplak arazi, bu bölge hakkında pek de iyi bir izlenim vermez. Fakat Eti Mesut istasyonuna gelince manzara birdenbire değişir. Bu ıssız, kimsesiz görünen geniş stepler ortasında böyle mamur ve yepyeni bir köy insanı hayrete düşürür. İşte burası şimdiki Ankara'nın batı kapısıdır. Ve her yolcu, bu geniş ve yüksek kapıdan geçerken Cumhuriyet neslinin yapmış olduğu büyük eserler önünde bir kere daha hürmetle eğilir. Dünkü hayat ile bugünkü arasındaki farkı bütün canlılığı ile gösteren bu yeni inşaatlar, evler, mektep, hükümet dairesi, hal, istasyon vs etrafında yemyeşil bir saha görünür”

Ernest Mamboury da Guide Touristiqe adlı kitabında (1933) örnek köy için şunları söyler:

"Model köy Eti Mesud verimli Engürü ovasını çevreleyen tepelerin kuzey yamacında yer alan sevimli evleriyle göze çarpar. Ovayı kat ederken geçmişte bakımsız bırakılmış bu geniş toprakları sulamak ve düzenlemek amacıyla başlatılmış sulama çalışmaları dikkati çeker. Bu örnek köy Cumhuriyetin yenilikçi ruhunun başarıları arasındadır. Burada her şey moderndir.”

Bugün, Kızılay depolarına, Türkkuşu tesislerine,  Eryaman, Elvankent, Güzelkent toplu konut alanları, şeker fabrikası kampüsü, 600 yataklı devlet hastanesi, askeri komutanlıklar ve TRT tesislerine de ev sahipliği yapan Etimesgut, 1990 yılında belediye oldu. Bugünkü nüfusunu ise Erzurum, Kars, Çankırı, Yozgat, Çorum gibi illerden gelen iç göçmenler oluşturuyor.   


 (*) Bu yazı, Etimesgut Belediyesi ve Goethe Institut-Ankara’nın web sitelerinden yararlanarak hazırlanmıştır. Özgün kaynaklar ve daha fazlası için adı geçen siteleri ziyaret ediniz.