Bir Zamanlar Ankara
Örnek Köy: Ah-i Mesud (*)
Pınar Şenel
1923
yılında imzalanan Lozan Barış Konferansının nüfus mübadelesine
ilişkin kararları gereğince yeni devletin sınırları dışında
kalan Türklerin değişimi için 400 bin civarında göçmenin
mübadele yoluyla Türkiye'ye gelmesi, 350 bininin devlet eliyle
iskân edilmesi gerekiyordu. Mübadillere ev ve arazi verilmesi,
üretici duruma getirilmeleri gibi belli başlı sorunların çözümü
de mübadele kapsamı içindeydi.
1913'te
Türkiye nüfusu 15,8 milyondu. 1923'te yaklaşık 12 milyona düşen
bu sayı 1927'e kadar ancak 13,6 milyona erişebilmişti. Savaş
kayıpları ve göçler nedeniyle azalan genel nüfusa oranla, iş
gücündeki azalma çok daha fazlaydı. Türkiye'den göç eden iş
gücü özellikle tarımsal alandan gitmişti. Çoğu tahıl
yetiştiricisiydi. Onlardan sonra tütün yetiştiricileri gitmişti.
Tütün ve kuru üzümün 1923'den 1929'a kadar dış satımın %
40'ını oluşturduğu düşünülürse bunların üretiminde
uzmanlaşmış nüfusun göç etmesi, dış satımdaki gerilemeyi
açıklar.
Tarımdaki
bu iş gücü kaybının giderilmesi için Türkiye'ye gelecek
göçmenlerin özellikle tarımsal üretimde artış sağlayacak
yerlere yerleştirilmeleri öngörülüyordu. Rumeli, Kafkas, İran,
Suriye ve Irak'tan Türkiye'ye göç eden 58.027 aileye (toplam 284
332 kişi); on yıl boyunca parasız olarak 40 962 ev, 6321 arsa ve 1
567 472 dönüm arazi verildi. 1923–1934 döneminde muhacir ve
mübadillere yaklaşık 6.000.000 dekar, muhtaç çiftçilere de
730.000 dekar arazi dağıtıldı.
Gelenlerin
iskânı "Mübadele, İmar ve İskân Kanunu" kapsamında
komisyonlar aracılığıyla yapılıyordu. Göçmen akışının
sürekli olması iskân konusunda köklü çözümler üretilmesini
zorunlu kılmıştı. Örnek köyler, bu zorunluluğun ortaya
çıkardığı çözümlerdendir.
Her ne
kadar Numune Köy’lerin
yapımı bir zorunluluktan doğmuş olma da Köy Kanunu'nda öngörülen
"ideal köy" tipinin uygulanabilmesi için iyi bir fırsat
sunuyordu. Örnek köyler projesinde gelen mübadillerin
yerleştirilmesi kadar giden mübadillerden boşalan arazilerden
yararlanma düşüncesi de etkiliydi. İdeal köylerin, çevresindeki
diğer köyleri de kendisine benzeteceği; eski ve geri kalmış köy
tipinin yerini, yeni ve gelişmiş köylerin alacağı öngörülüyordu.
Bu
kapsamda başkent çevresinde de göçmenlere yönelik örnek ve
modern bir yerleşim merkezi kurulmasına karar verildi. Ankara-
Eskişehir hattında yer arandı. Ankara çevresinde uzun yıllar
terk edilmiş geniş araziler vardı. Bu arazilerin Ankara'da oturan
sahipleri, topraklarını işleyemeyecek haldeydiler. İncelemeler
sonucunda, yapılacak çalışmaların takibi ve ulaşım kolaylığı
göz önünde bulundurularak, örnek köyün Ahi
Mes'ud çiftliği yakınında
yaptırılmasına karar verildi. Başvekalet Muamelat Müdüriyeti
burada örnek köy kurulması önerisini Bakanlar Kuruluna 16 Mayıs
1928 tarihinde 6639 no'lu kararnamesiyle sundu; Bakanlar Kurulu da
aynı gün görüşerek öneriyi karar altına alındı.
Kamulaştırma
sürecine zaman harcanmaksızın arazi, pazarlık usulüyle satın
alındı ve çalışmalara hemen başlandı.
Örnek
köyün örnek evleri
Köyün
planına bakıldığında, modern bir yerleşim yeri tasarlandığı
görülür. Doğu-batı ve kuzey-güney akslarında uzanan sokakların
arasında bahçeli evler sıralanmaktadır. Paralel uzanan sokakları
kuzey-güney doğrultusunda kesen ana caddeler aynı zamanda
mahalleleri oluşturur. Kuruluş planında üç mahallede toplam 50
ev vardır. 5 kişilik ailelerin barınabileceği biçimde yapılan
bu evler, odalar-mutfak-banyo dışında, bir kiler ve eve birleşik
ahır ve samanlıktan oluşmaktaydı. Evlere bitişik tasarlanan
samanlık ve ahırlar dar olan evleri genişletmek ve yangın
tehlikesini bertaraf etmek için daha sonraki yıllarda evlerin
uzağına alınmıştır.
Bahçelerin
uzunluğu 40, genişliği 25 metredir ve her ev bir dekarlık sahanın
içine kurulmaktadır. Ayrıca köyün dışında olmak üzere hane
başına yaklaşık 150'şer dekarlık tarla ve bağ arazisi
dağıtılarak mübadillerin tarımla uğraşmalarına imkân
verilmiş, koyun besiciliği için ağıllar yaptırılmıştı.
1
Haziran 1928’de Ahi Mes'ud'un nahiye olmasına karar verildi, ki bu
gelişmesine katkı sağladı. Ahi Mes'ud'un kuruluşu, ülkenin o
günkü ekonomik koşullarındaki kısıtlara rağmen 6 ay gibi kısa
bir sürede tamamlandı. Evler senet karşılığında teslim edilmiş
daha sonra bu senetler 1934 yılında tapuya çevrilmişti.
Ahi Mesud örnek köyüne yerleştirilenler, Bulgaristan'dan gelen mübadillerdi. Çoğunluğunu Rusçuk'tan gelenlerin oluşturduğu 50 haneye, 301 soydaş yerleştirildi. Bunlara
daha
sonra kaçak yolla gelenler de eklendi.
Göçmenler
başta hayal kırıklığına uğradılar. Geldikleri yerdeki doğa
burada yoktu. Yeşillik yoktu. Onları çetin bir mücadele
bekliyordu. Ancak ülkenin o yıllardaki idealizm ruhu onları da
saracaktı.
Etkileşim
Göçmenler
geldikleri yerden edindikleri alışkanlıklarını ve yaşama
biçimlerini Ah-i Mesud’da da sürdürmeye çalıştılar. Muhacir
arabası diye bilinen dört
tekerli, çelik aksamlı at arabalarını yerli halka tanıttılar.
Bu arabalar, her çeşit yolda kullanılabilen iki tekerli
kağnılardan farklı olarak daha iyi yollara gereksinim duyuyordu.
Kağnılarda daha çok sığır ya da manda gibi yük hayvanları
kullanılırken bu arabalara yalnızca atlar koşulabiliyordu.
Koşumluk yapımı zanaatı böyle ortaya çıktı.
Evi
kireçle badana etmek de yerli halka mübadillerden sirayet etmişti.
Göçmenler giyim kuşam ve yemekleriyle de aktarmalar yaptılar.
Özellikle patates ekiminin yerli halk arasında yaygınlaşmasına
etkileri oldu. Balık, zeytinyağı ve keçi etinden yemekleri;
kırlarda bulunan hindibağ, gelincik, ezbergân, ebe gümeci gibi
otlardan yemek yapmayı yerli halk onlardan öğrendi.
Yatı
Mektebi
Göçmen çocukların eğitimlerini
sağlamak amacıyla bir okul yapımına karar verildiğinde, bu
okulun aynı zamanda çevrenin ihtiyaçlarına da cevap verebilecek
nitelikte olması için yatılı olmasına karar verilmişti.
Yatı Mektebi, 1928 yılında hazırlanan “Ahinesgut Numune Köy Projesi“ kapsamında gerçekleştirildi. 40 kız, 60 erkek öğrenci için yapılan binaya, 1930 yılında öğretmen lojmanı ve kız yatakhanesi eklendi.
Yatı Mektebi, 1928 yılında hazırlanan “Ahinesgut Numune Köy Projesi“ kapsamında gerçekleştirildi. 40 kız, 60 erkek öğrenci için yapılan binaya, 1930 yılında öğretmen lojmanı ve kız yatakhanesi eklendi.
Tasarımı Alman mimar Ernst
Arnold Egli’ye
ait yapı, öncelikle eğimli çatısıyla göze çarpar. Okulun
yatakhaneleri, çatı arasına ustalıkla yerleştirilmişti. Bu
bölümün çatı kaplamasında yer yer renksiz saydam Marsilya
kiremidi kullanılarak odaların daha çok ışık alması
sağlanmıştı.
Bir
“İlk Örnek”ti aynı zamanda
Etimusgut’ta
gerçekleştirilenler, Anadolu'nun diğer köylerine de yapılacaklara
ilişkin verilmiş sözler olarak kabul ediliyordu. Bütün
yönleriyle Anadolu'nun diğer köylerine örneklik edecekti.
Cumhuriyet hükümeti örnek nahiyenin her bakımdan örnek olması
için gereken her şeyi yapma iradesindeydi. İlk olarak, 1929'lu
yılların kısıtlı ekonomik koşullarına rağmen nahiyenin
elektrikle aydınlatılması için girişimde bulunuldu. O
tarihlerde Ankara'nın elektrik işleri özel bir şirkete
devredilmişti. Telgaz
adındaki bu şirket jeneratörle aydınlatma yapıyor ve bunun için
kömürden yararlanıyordu. Kömür, Osmanlı Devletinin borçlarını
ödeyebilmek için kurulan Düyun-u Umumiye'nin elinden kurtarılmış
şeylerden biri olarak, yeni devlet için önemli bir enerji kaynağı
haline gelmişti. Dolayısıyla Ankara'nın ve Ankara üzerinden
Etimesgut nahiyesinin elektrikle aydınlatılmasının temelinde,
kendi kaynaklarımızın değerinin farkında oluş düşüncesi de
yatar.
Yapımı
1930’da tamamlanan inşaatlardan biri de devlet hastanesiydi.
Yalnızca nahiyeye değil çevre köylere de hizmet verecek olan
numune devlet hastanesi
özellikle sıtmayla mücadelede büyük başarı elde etti.
Etimesgut
adı nereden geliyor?
Örnek
köyün adı, yakınında kurulduğu Ah-i Mesud çiftliğinden
geliyordu. İsim, 2 Ağustos 1930 tarihinde "Etimesut"
olarak değiştirildi. Daha sonra Atatürk'ün 29 Kasım 1937’de
Numune Sıhhat Merkezini ziyareti sırasında hatıra defterine
yazdığı biçimden hareketle, tarihinde adı "Etimesgut"
olarak tekrar değiştirildi (24 Aralık 1937).
Örnek
nahiyeyi anlatan yazarlardan Selahattin Kandemir, Türkiye
seyahatnamesi-Ankara vilayeti
adlı eserinde 1932 öncesindeki Etimesgut'u şu şekilde tanıtır:
"Ankara'ya
ilk defa gelen bir yolcu için, Eskişehir'den sonra demiryolunun
geçtiği çıplak arazi, bu bölge hakkında pek de iyi bir izlenim
vermez. Fakat Eti Mesut istasyonuna gelince manzara birdenbire
değişir. Bu ıssız, kimsesiz görünen geniş stepler ortasında
böyle mamur ve yepyeni bir köy insanı hayrete düşürür. İşte
burası şimdiki Ankara'nın batı kapısıdır. Ve her yolcu, bu
geniş ve yüksek kapıdan geçerken Cumhuriyet neslinin yapmış
olduğu büyük eserler önünde bir kere daha hürmetle eğilir.
Dünkü hayat ile bugünkü arasındaki farkı bütün canlılığı
ile gösteren bu yeni inşaatlar, evler, mektep, hükümet dairesi,
hal, istasyon vs etrafında yemyeşil bir saha görünür”
Ernest
Mamboury da Guide Touristiqe
adlı kitabında (1933) örnek köy için şunları söyler:
"Model
köy Eti Mesud verimli Engürü ovasını çevreleyen tepelerin kuzey
yamacında yer alan sevimli evleriyle göze çarpar. Ovayı kat
ederken geçmişte bakımsız bırakılmış bu geniş toprakları
sulamak ve düzenlemek amacıyla başlatılmış sulama çalışmaları
dikkati çeker. Bu örnek köy Cumhuriyetin yenilikçi ruhunun
başarıları arasındadır. Burada her şey moderndir.”
Bugün,
Kızılay depolarına, Türkkuşu tesislerine, Eryaman,
Elvankent, Güzelkent toplu konut alanları, şeker fabrikası
kampüsü, 600 yataklı devlet hastanesi, askeri komutanlıklar ve
TRT tesislerine de
ev sahipliği yapan Etimesgut, 1990 yılında belediye oldu. Bugünkü
nüfusunu
ise Erzurum, Kars, Çankırı, Yozgat, Çorum gibi illerden gelen iç
göçmenler oluşturuyor.
(*) Bu yazı, Etimesgut Belediyesi ve Goethe Institut-Ankara’nın web sitelerinden yararlanarak hazırlanmıştır. Özgün kaynaklar ve daha fazlası için adı geçen siteleri ziyaret ediniz.